23 Ağustos 2012 Perşembe

Kriegerin (2011)


Yönetmen: David Wnendt
Oyuncular: Alina Levshin, Jella Haase, Sayed Ahmad, Gerdy Zint, Lukas Steltner, Uwe Preuss, Winnie Böwe, Rosa Enskat, Haymon Maria Buttinger, Anne Laszus, Klaus Manchen
Senaryo: David Wnendt
Müzik: Johannes Repka

David Wnendt’in yazıp yönettiği Kriegerin, bir Neo-Nazi çetesindeki 20 yaşındaki Marisa ile bu çeteye dahil olmak isteyen 14 yaşındaki Svenja’nın dramlarını paralel biçimde ele alan bir film. Günlerini bu çeteyle yabancıları taciz ederek, partilerde içki içip kavga ederek, aynı zamanda annesine ait markette kasiyerlik yaparak geçiren Marisa, hasta dedesini hastanede ziyaret etmeyi de unutmuyor. Çetenin lideri konumundaki sevgilisi Sandro hapse girince öfkesini sık sık karşılaştığı Afgan göçmenler Jamil ve Rasul’dan çıkarmak isteyen Marisa, bu iki gence arabayla çarptıktan sonra Jamil’in sınırdışı edilmesine sebep oluyor. İsveç’e gitmek isterken bir anda Almanya’da tek başına kalan Rasul’a acıyıp yardım etmek isteyince de sorunlar başlıyor.

Öte yandan babası tarafından katı bir disipline tabi tutulan, yüksek notlarına rağmen erkek arkadaşı Markus’tan da etkilenip yavaş yavaş ırkçı sempatizanı haline gelen Svenja da bu senaryonun önemli bir ayağını oluşturuyor. Mutsuz aile yaşantısında sığınacak bir liman arayan, herhangi bir gruba dahil olma isteğini basit ve cahilce bir özenti olarak bu ırkçı çeteye yönlendirdiği bariz olan Svenja, çete içinde karşılaştığı Marisa’yı rol model olarak almaya başlıyor. Başlarda Svenja’dan hoşlanmayan Marisa, zamanla onun da kendisi gibi çete içinde insani açıdan öğütüleceğini düşünerek sahip çıkmaya başlıyor. David Wnendt, birisi bu ırkçı oluşumdan çıkmak isteyen, diğeri ona girmek isteyen iki gencin yaşadıklarını dramatik ve makul düzeyde gerçekçi bir kurgu bütünlüğüyle yansıtıyor.


Her ne kadar hırçın bir ırkçı olarak resmedilen Marisa’nın Rasul’a yardım etme isteğini, onu tek başına bırakmış olmanın vicdan azabı olarak adlandırmamız beklense de, bu değişimin biraz daha sindirerek aktarılması gerekliydi. Zira Marisa’daki bu yumuşak geçişin kodları tam olarak çözülmemiş. Yine de onu canlandıran Alina Levshin’in asi, kafası karışık ve hüzünlü bir karakter yaratmayı başarmasından ötürü birtakım denklemler çözülmüş denebilir. Ancak Svenja’nın adım adım bir ırkçıya dönüşmesi, biraz da ibretlik bir bakış açısıyla hedefine ulaşmakta. Aileye düşen görevlerin ya yerine getirilmeyişi ya da yerine getirilişindeki yanlışlar silsilesinin gençleri kötü alışkanlıklara, şiddete, radikal gruplara daha da yakınlaştırdığı gerçeği kıvamında ele alınıyor. Filmin aileye yönelttiği eleştirilerden sadece Svenja değil, Marisa, hatta onun annesi Bea da nasibini alıyor.

David Wnendt, içerdiği rahatsız edici ırkçı temasının yanında, Marisa, Svenja, onların anneleri Bea ve Andrea, hatta kısa rolüyle Melanie aracılığıyla hem bu bu sakat oluşumun, hem de sağlıksız aile yapılarının çarklarında ezilmiş kadınları (üstelik bir kadın sinemacı kadar etkili bir gözle) mercek altına alıyor. Grup içinde sadece cinsel bir obje olarak görülen, fırsat buldukça horlanan, ancak baskıcı bir hayat tarzına uyum gösterdiği sürece değer verilen, ebeveynlerinin yanlışları sonucu yaptıkları hataların bedelini türlü trajik biçimlerde ödeyen kadınlar bunlar. Kriegerin, bir yanıyla American History X, The Believer, This Is England, Romper Stomper gibi çarpıcı örneklerin bumerang etkisini (onlar kadar kalifiye biçimde olmasa da) hissettirirken, bir yanıyla da toplumların bu hastalıklı ırkçılık eğilimlerinin gölgesinde kadının gizli “öteki”liğine asıl meselesini başarıyla katık ediyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder