22 Eylül 2012 Cumartesi

Detachment (2011)


Yönetmen: Tony Kaye
Oyuncular: Adrien Brody, Marcia Gay Harden, James Caan, Lucy Liu, Sami Gayle, Blythe Danner, Christina Hendricks, Tim Blake Nelson, Betty Kaye, Louis Zorich, William Petersen, Bryan Cranston
Senaryo: Carl Lund
Müzik: The Newton Brothers

Senaryosunu henüz ilk deneyimiyle Carl Lund’un yazdığı Detachment, Albert Camus’nun “hayatımda aynı anda hiç böylesine kendimden kopmuş ve bir o kadar da kendimde hissetmemiştim” cümlesiyle başlayıp, Edgar Allan Poe’nun The Fall Of The House Of Usher hikayesinden alınan bir bölümle bitiyor. Yönetmen ise 1998’de çektiği American History X ile büyük bir haklı başarı elde etmiş olan İngiliz Tony Kaye. Film, hiçbir okulda uzun süreli ilişkiler kuracak kadar kalmayan yedek öğretmen Henry Barthes’ın yine bir yer doldurma sonucu geçici olarak atandığı sorunlu bir lisede yaşadıklarını konu alan güçlü bir dram. Eğitim sistemine türlü eleştiriler getiren öğretmen-öğrenci temalı filmlerden konu olarak ortak yanları bulunsa da, senaryo ve özellikle Kaye’in farklı anlatımıyla üslup yönünden belirgin ayrılıklar taşıyor.

Filmde belli aralıklarla loş bir ortamda Henry’nin kameraya anlatıcı konumunda bir şeyler söylediği sahnelerden birinde şöyle diyor: “Vaktimin çoğunu beladan uzak durup sorumluluk almamak için harcıyorum. Ben sadece yedek öğretmenim. Bir şeyler öğretme sorumluluğum yok. Tek yapmam gereken düzeni korumak. Sınıfta kimsenin birbirini öldürmeden gelecek döneme geçmesini sağlamak.” Bu bağlamda öğretmen odaklı filmlerin çoğunda gördüğümüz, idealist eğitimcinin küçük bir sınıftan başlayarak çürümüş düzeni onarmaya yönelik hırsını Detachment’ta göremiyoruz. Çünkü Henry sadece kendi girdiği sınıfta, kendi derslerinde, kendi yöntemleriyle ders işlemeyi tercih eden bir öğretmen. Yani onun idealizminin sınırları, belki de yedek oluşuyla alakalı olarak kendisi tarafından önceden çizilmiş. Filmde çok fazla üzerine düşülmeyen yöntemlerini ise klasik baskıcı öğretmen kimliğinden sıyırıp daha ılımlı ama kendini öğrenciye ezdirmeyen biçimde prensiplediği de anlaşılıyor. Onlara yaklaştığı biçimde onların kendisine yaklaşmasını istiyor. Tüm bunları sadece kendisinin ve dersine girdiği sınıfının huzuru için istiyor. Başka sınıfların, başka derslerde başka öğretmenlerle yaşadıkları onu pek ilgilendirmiyor. Çünkü özel hayatında yeterince sorunu var zaten.


Otobüsle okula gittiği, akli dengesi yerinde olmayan hasta dedesini hastanede ziyaret ettiği, geceleri tek başına dolaştığı, sonra yalnız yaşadığı küçük evine döndüğü rutini, bir gece karşılaştığı öğrencisi yaşındaki Erica ile değişme eğilimi gösteriyor. Okulda yedek öğretmen olduğu için sınırlarını çizmiş olsa da, kendini hayata yedek hissetmediği için sokaklarda fahişelik yapan Erica’ya sahip çıkıyor. Fakat yine de Henry, öğrencilerine veya Erica’ya karşı temkinli olduğu kadar yaşadığı hayata da temkinli olmayı bırakamadığı için müzmin bir efkarlı. Annesinin o daha küçükken intihar edişi, bu intiharın gizemli perde arkası, dedesinin bu geçmişle ilgili takıntıları, Erica’nın gün geçtikçe Henry’ye bağlanışı, filmi olduğundan farklı dramatik düzlemlere taşıyor. Böylelikle Henry’nin bir öğretmen oluşunun çözümsel beklentileri, onun yıpranmış bir birey oluşuyla dengelenerek bunaltıcı doğruluk söylemlerinden sıyrılma sağlanıyor.

Henry’nin görev yaptığı sorunlar yumağı okul da hem öğrencileri, hem de öğretmenleriyle, onların küçük ama etkileyici yan öyküleriyle Henry’nin etrafını kuşatmış durumda. Ama Henry bilerek ve isteyerek bunları sorumluluk alanına dahil etmediği için onları kendi ayakları üstünde duran bir didaktiklikle inceleyebiliyoruz. “Didaktik”, bir filmi benimseyebilmek için tehlikeli bir kelimedir çoğu zaman. Ama öğretmen, öğrenci, okul bileşenlerinden beslenen bir film için ihtiyaç doğduğu anlar fazladır. İşte Detachment, bu özelliğini kendi sıkıntılı yapısı dahilinde anlamlı kılmayı başarabilen anlarla dolu bir film. Disipline giden öğrencilere ilginç yöntemlerle yol göstermeye çalışan, branşı rehberlik olduğu halde aileleri dahil kimsenin umursamadığı liselilere rehberlik edemeyişinin çaresizliğiyle boğuşan, silik tipiyle kendisinin görünmez olduğuna inanma eşiğinde yaşayan, sorunlu aile hayatlarıyla sorunlu iş hayatları birbirine karışmış olan eğitimciler görüyoruz. Aynı zamanda geleceğini göremeyen veya görmek istemeyen, kendisinin de bu evrende bir yeri olduğuna inancını yitirmeye başlayan, küfür etmeyi, kızları aşağılamayı, erkeklerle yatmayı, öğretmenlere karşı gelmeyi marifet sayan öğrenciler de görüyoruz.


Velilerin ilgisizliği, bu yüzden eğitim ve öğretimin tümüyle öğretmenden beklenmesi, gençlerin tutunacak dal bulamamaları nedeniyle yalnızlaşmaları ya da yanlış biçimde sosyalleşmeleri gibi daha pek çok sorun filmin içinden geçip gidiyor. Henry’nin yapabileceği fazla bir şey yok. 1967 yılına ait çok önemli bir yapım olan To Sir With Love’daki Mark Thackeray gibi sistemi sınıftan başlayarak değiştirmeye çalışan bir kahramanlık sergilemiyor. Buna ne zamanı, ne de enerjisi var. Zaten herkesin bu yolda yenildiğini savunuyor. Kendisinin güzel, başarılı, zeki bir insan olduğunu duymaya, başarılı olduğunu düşündüğü resim çalışmalarında cesaretlendirilmeye ihtiyaç duyan öğrencisi Meredith’e bile yardımcı olamıyor. Erica’ya da ömür boyu sahip çıkamayacağı gerçeğiyle yüzleşebiliyor. Yine de 2006 yapımı Half Nelson’daki muadili Dan Dunne gibi zayıflıklar taşımıyor. Sadece tek bir sınıfa, tek bir derse girmenin getirdiği yılgınlığa sessiz bir isyanı temsil ediyor.

Sistemin cendereye soktuğu binlerce eğitmene hiç de yabancı olmadığımız üzere Adrien Brody’nin bünyesinde Henry gerçek bir karakter gibi şekilleniyor. Bakışları, vücut dili, ses tonu, her şeyiyle merkeze yakışan bir performans sunuyor Oscar’lı oyuncu. Kısa rolleriyle emektar James Caan, Marcia Gay Harden, rehber öğretmen Doris olarak sorumsuz bir öğrenciye patladığı sahneyle göz dolduran Lucy Liu ve genç oyuncu Sami Gayle’in doğal performansı dikkat çekiyor. Zaman zaman pop art tadı taşıyan tempolu kurgusu, estetik kaygılı tribal anlar yaratıyor. Tony Kaye tıpkı Henry’nin öğrencilere yaklaştığı gibi ne seyirciye yabancılaşan, ne de yüzgöz olan anlatımıyla usta bir yönetim gösteriyor. American History X’ten sonra araya giren vasat işlerin ardından, onun kadar vurucu olmasa da Detachment ile yine dallanıp budaklanmış büyük bir meselenin hakkını veriyor.

1 yorum:

  1. ellerine sağlık. ben de beğendim filmi, özellikle Lucy Liu'nun patlaması sahnesi ve son sahne akıllardan çıkmayacak kadar kuvvetli.

    YanıtlaSil